News & Reviews
Select Source

 

Görünürde ‘arkadaşları’ olmayanlar

Tek bir kişinin “arkadaşı” olunamayacak zamanlar. Ülke buna izin vermiyor. “Arkadaşlık” da bunu gerektiriyor zaten.

Havada uçuşan kelimeleri saymak için icat edilmiş bir aygıt olsaydı, 15 Temmuz’dan beri en çok kullanılanlardan biri “demokrasi” olabilirdi mesela. Caddelerin, meydanların, köprülerin, parkların, okulların ismi değişiyor, içinden “demokrasi” geçen tabelalar asılıyor eskilerinin yerine. Onurlandırır gibi ama hürmetsizce, havaalanının “Business Class Lounge”ına dahi “demokrasi kahramanlı” isim veriliyor. Kürsülerde, mikrofonlarda, dillerde hep “demokrasi”. O kelimeleri sayan aygıtın iki ayda en fazla biriktirdiği tamlama da milli birlik ve beraberlik olabilirdi. Bazen noksanlığı en fazla hissedilen neyse diline yapışıyor insanın. Ya da bu seçilmiş bir yöntem. Sanki olmayan söyledikçe gelecek, ismi çağrıldıkça varlığına inanılacak. Bir darbe girişimi sonrası, hakikaten demokrasinin kıymetinin bilindiği, bu fikirle buluşulan, beraberlik hissi yaratılan bir dönem olabilirdi oysa; hukuk devletinden, demokrasiden, birlik duygusundan bu kadar uzaklaşılan bir zaman dilimine dönmeseydi.

Bu ülkenin milli eğitimi, milli ailesi, havası suyu atmosferi, daha küçük insan halindeyken tarafgirliği öğretiyor her şeyden önce. Kimi zaman sevmek için annesinden ya da babasından birisini seçmesini istiyor; bir takım tutsun, bir fikir değil, bir grup seçsin istiyor. Sonra da kazansın. Kazansın.

İlkeler ve değerler üzerinden muhakemeyi hiç öğrenmemiş bir insana, fikriyle hiç uyuşmadığınız birinin konuşma hakkını savunmayı anlatmak ne güçtür. Aynı görüşte olmadığınız birinin adil yargılanmasını, linç edilmemesini, hak ettiği cezayı insanlık onuruna yakışacak biçimde çekmesini ve idam edilmemesini velhasıl ölmemesini istemek ne anlaşılmaz talepler kimilerine göre. Vicdan diye bir organ yok; seçilmiş ilkeler, politik tercihler, önemsenen değerler var. Bunu hiç anlamayana “dayanışmayı” tarif etmek ne zor; tahayyülü sadece yardım ve yataklık tamlamasıyla çalışırken.

Edebiyat nedir, insan neden yazar, yazarın sorumluluğu nedir üzerine aydınlatıcı satırlar bırakan Sartre, Dostoyevski’yi alıntılıyor: “Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur.” Mesuliyet omuzlarını ağırlaştırıyor önce insanın. Buna nasıl gücümüz yetebilir ki? İlkeler ve değerlerle başlıyor her şey, geriye de sadece onlar kalıyor. Çirkin bir apartman gibi yükselen dünyaya sadece adalet ve eşitlik fikirleriyle güzel bir bahçe kurabilirsiniz. Sadece bunlar “sorumluluğumuzu” çizmeye yeter.

Sartre, bir kunduracıdan “herkes karşısında her şeyden sorumlu” kunduralar üretmesinin beklenemeyeceğini yazıyor. Ama bir yazarın yaşadığı çağa mesuliyeti var. Bir gazetecinin de.

Aslı Erdoğan’ın arkadaşları, Necmiye Alpay’ın dildaşları, mesela ifade vermesi istenen Tuğrul Eryılmaz’ın yoldaşları… Tüm dünyanın çekemediği milli havaalanı inşaatında Kürt olduğu için yakılarak öldürülmüş Mehmet Aytaç’ın manevi akrabaları, Hurşit Külter’in akıbetini soranlar; Özgür Gündem’i çıkaranlar, bunun için cezaevine girme, ölme riskini alanlar, Özgür Gündem’de fikirler dile getirilebilsin diye dayanışanlar… Barış diyenler… Bir anda kürsüsüz kalan, isminin altındaki saygıyla okuduğumuz hocalar, sendikalı diye mesleğinden olan öğretmenler; senelerce kelime kelime, dipnot dipnot kurulmuş hayatları bir gecede sessizce değişenler… Bu dönemin azabını çekip de görünürde “arkadaşları” olmayanlar… Ama olanlar.

Hakikat şu… Böyle zamanlar geçtiğinde de adalet ve eşitlik diyenler, kendilerine bunu yapanların linç edilmesini, mesleğinden, ailesinden, ülkesinden olmasını istemeyecek, gözaltında ilaçsız kıvransınlar, cezaevinde çürüsünler, asılsın demeyecekler rövanş hissiyle. İlkeler ve değerlerle bugün ve herkesin durduğu yer doğrulanmış olacak yeniden. Onlar şaşırıp öyle bakacak. Yine anlamayacaklar.

6.9.2016
Pınar Öğünç


 

News&Reviews Biography Books Photos About     Contact Home Page
Design by medyanomi